Yangına körükle gitmek...

İstanbul acayip bir şehir, bir sürü acayip insan, bir sürü acayip şey yapıyor yaşamak için. Bende acayip bir adamım. Bu ikili birleşince ortaya bir sürü acayipliğin çıkmasına da artık şaşırmıyorum ya da şaşırmama şaşırıyorum diyelim.

Çenemin yaylarının doğum sonrası ilk nanosaniye itibari ile normal insanlardan hallice gevşek olması sebebi ile her taksiye bindiğimde içimdeki acayip taksici abi/amca ile konuşmam gerektiğini sanki devamlı kulağıma fısıldıyor ve ben önlenemez şekilde taksici abi/amca ile konuşmaya başlıyorum. Bundan pek de memnunum aslında, bir daha büyük ihtimal ile hiç görmeyeceğim bir insan ile tanışmış, belli konularda fikirlerini dinlemiş, bazen eğlenmiş bazen sinirlenmiş olarak iniyorum her bindiğim taksiden. Bazen o taksici abi/amca üzerimde o kadar büyük etki bırakıyor ki zaman zaman hatırlamak ihtiyacı duyuyorum falan (mesela Meren'in gelişini kutlamak için Asithane'ye giderken bindiğimiz taksici amcanın yolda durup bize muz alması, arkasından da türlü acayip bilmeceler sorarak her bildiğimiz soru için taksimetre ücretinden indirim yapması gibi)

Fakat bugün olan daha önce olmamıştı.  Ulusoy firmasından aldığım otobüs biletini açığa almak için bindiğim takside daha nereye gideceğimi söyleyeme fırsat bırakmadan şu diyaloglar gelişti.

Taksici abi: Merhaba, bir koku alıyor musunuz?

Ben: Hayır, nasıl bir koku almalıyım? (Tam bu noktada aklımdan Olasılıksız isimli kitaptaki hikaye geldi, Caine birşeyler olmadan önce acayip kokular duyuyordu, korktum :P)

Taksici abi: Nereye gideceğiz? 

Ben: Kadıköy/Rıhtım. Ulusoy önünde birkaç dakika bekleteceğim sizi

Bu diyalog sonrası ben ne kokmalıydı acaba diye düşünürken Acıbadem caddesine çıkmamızdan 30 saniye sonra sorularıma cevap buldum. Ön kaputun altından bir anda çıkan yoğun duman sonrası kokuyu ben değil yandan geçen arabalarda almış olmalıydı. Doğal olarak araba sağa çekildi ve inilip kaput açıldı. Yoğun duman dağıldıktan sonra gördükki sağda bulunan sigorta kutusu yanmış/erişmiş, alevler motorun diğer bölümlerindeki plastik aksamlara sıçramış ve yanmaya devam ediyordu.

Taksici abi motorun ailesi ile ilgili birkaç vecazda bulunduktan sonra bagaja doğru koşup bir şişe su alıp gelirken

Ben: Abi napıyorsun, bu alev su ile sönmez daha da büyür! Yok mu yangın söndürücün?

Taksici abi: Var ama eskidir, bilmiyorum

Ben: Yangına körükle gidilmez abicim

Taksici abi: Ne?

Ben: Hadi abi, hadi, tüpü çıkar...

diyaloğu ve arkasından neredeyse boyaları kazınmış yangın söndürme tüpü ile uğraşlardan sonra kurumaya yüz tutmuş birazcık köpük neyse ki durumu çok büyümeden kontrol altına almayı becerdi. Taksici abi Ümraniye'de bulunan servisi arayıp çekici araç istedi, bense bu noktadan sonra Kadıköy'e yürümenin daha olduğuna karar verdim.

Şimdi bu olanlara şaşırdığıma mı şaşırayım?